Dedemin Formülü

Rahmetli Hüseyin dedem 1900’lü yılların başında, bugünkü adıyla Kosova/Priştine’de dünyaya gelmiş. Rumeli coğrafyasında savaşların, göçlerin yaşandığı karmakarışık yıllarda, çocukluğundan beri mücadeleli bir hayatı olmuş. Ticaret, imalat, ziraat ve balcılıkla eşzamanlı olarak uğraşmış. Müteşebbis ve çalışkan bir insanmış. Türkiye’ye ailece hicretinde arı kovanlarını, ayakkabı imalinde kullanılan alet, edevatı da beraberinde getirmişti. Merdiven altındaki ayakkabıcı örsü, terastaki arı kovanları hâlâ hatırımda…  Önce Allah’a, sonra emeğine güvenmesi gerektiğini belli ki yaşadıkları öğretmişti ona. Dedem için, “Kadife eldivenli, demir elli” derdi anneannem. Kul hakkına çok dikkat eden, hayırlarını gizli yapan, “sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek” diyen hasbi bir insandı. Sözlerinde ve davranışlarında zarafet vardı, ince ruhlu ve değerlerine bağlı bir insandı. Bu satırları yazarken hatıralar tazeleniyor bir bir… Siyasi seçimlerin hararetli tartışmalarının yaşandığı dönemlerde hiç kimseyle tartıştığını görmedim. Farklı kanaatleri saygıyla dinlerdi. Arada bir, röntgen şuâları gibi bazı sorular sorardı, o kadar… Seçim günü kendi oyunu kullanır, kimsenin tercihine karışmazdı. Osmanlı soyadını dedelerinin dedesinden günümüze taşıyan Hüseyin dedemler, ailece anavatanımız dedikleri Türkiye’ye 1962’de hicret etmişlerdi.  Ben de o zaman altı yaşındaydım. Yıllar geçti. Üniversiteyi bitirip iş hayatına başladığımda, bir gün sabah yedi sularında işe giderken baktım ki dedem evin bahçesinde çalışıyor. Selam verip elini öptüm, hal hatır sordum. Sohbet esnasında evlerinin önündeki birkaç dönümlük boş araziyi göstererek dedi ki,  “Bak burası uzun yıllar ilgisiz kalmış bir yerdi. Sahibiyle anlaştım. Ektirdim, biçtirdim, şu kadar masraf ettim, neticede şu kadar para kazandım…” 

Seksen yaşına merdiven dayamış biri olarak çalışmanın, helal kazancın değerini vurguluyor, emekliliği kabre bıraktığını hal lisanı ile anlatıyor gibiydi. Böyle bir çalışmanın ibadet değerini taşıyacağı anlayışı hayatına hâkimdi. Namazını hiç ihmal etmiyordu. Bir soru sordum:  “Dedeciğim, bir ömrü çalışmakla geçirmişsin. Ben de iş hayatına yeni girdim sayılır. Hiçbir tavsiyen, bir nasihatin olmayacak mı?” 

Az ve öz konuşan bilge bir insandı. Hatta gerekmedikçe konuşmazdı. Biraz düşündü. Sonra tane tane şunları söyledi:  “İş hayatında imkânlarını üçe ayır.  Üçte birini işinde çalıştır. Üçte biri ile arazi al. Üçte birini altın olarak tut.  Gün olur işler iyidir, para kazanırsın.  Ancak gün gelir, harp olur, darp olur. İşinden para kazanamazsın. Arazi de para etmez.  O zaman başkasına yüzsuyu dökmemenin çaresi kenardaki altındır.  Gün de gelir… Arazinin kazandırdığını ne iş, ne de altın kazandırır.”

Formül çok basitti. Yumurtaları aynı sepete koymamak…  Ancak basit demek, kolay demek değil. Uygulanmasının maharet, dikkat ve irade gerektirdiğini iş hayatında geçen yıllar boyunca anladım. Uyguladığımda faydasını, uygulamadığımda ise zararını gördüm.  

Karanlık gecelerde rehberlik eden yıldızlardan biri işte bu. Hatalarım ve kazançlarımın öğrettiği tecrübeler gösterdi ki, oranlar zaman zaman esnese de, önemli bir formül bu. Rahmetli dedemin “1/3 formülü”nün değerini yıllar geçtikçe daha iyi anladım. İş hayatındaki herkese rehber niteliğinde bir yıldız olarak gördüğüm için seninle paylaştım.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın