
“ Bir altın kapı açılacaksa, bir gümüş kapı kapanır. “
Eski bir öykü vardır. Ama eskimeyen bir öykü.
Tevekkül sahibi bir adamın, dillere destan güzellikte, atak bir atı varmış. Yörenin hükümdarı, atı satın almak istemiş. Adam kabul etmemiş. Çok büyük paralar teklif etmiş. Adam reddetmiş, “Ben atımı satmak istemiyorum. O benim dostum. İnsan dostunu satar mı hiç?.” demiş.
Arkadaşları, komşuları:
-Yaptığın akıl işi değil, demişler. Satması için ısrar etmişler.
Adam ise:
-Sizin zannınız böyle olabilir. Ancak kararımı değiştirmeye niyetim yok, demiş ve konuyu kapatmış.
***
Aradan bir müddet geçmiş. At bir gün çiftlikten kaçmış. Aramalar fayda vermemiş. Komşuları: -Yahu sen ne talihsiz adamsın. Dünya kadar parayı alsaydın, rahat etseydin. Para her şeydir. Bak şimdi ne paran var, ne atın.
Adam kaygısız, rahat bir tavırla:
– Para her şeydir diyen, para için her şeyi yapar. Oysa, benim önceliğim para değil. Talihsiz olduğum zannınızdan ibaret. Zan ise, asla hakikatin yerini tutmaz. Karar vermek için acele etmeyin, demiş. “Sadece at kayıp” deyin, çünkü hakikat bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Belki, bunda da bir hayır vardır. Hayırlısı olsun.
Arkadaşları:
– Sen galiba sadece atını değil, aklını da kaybettin. Yazık, çok yazık oldu sana, demişler.
***
Aradan haftalar geçmiş, bir gün adamın atı, bir vahşi at sürüsünü de peşine takarak çiftliğe geri dönmüş. Arkadaşları, adamın etrafına toplanmış ve heyecanla konuşmaya başlamışlar:
– Yahu, sen ne ballı adamsın. Ne talihlisin. Ne kısmetlisin…
Adam yine sakin:
– Karar vermek için yine acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Hakikat şu ki, atım bir sürü ile birlikte şu an çiftliğimizde. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu hakikatin dışındaki her söz zandan ibarettir. Hayırlısı olsun, demiş.
***
Adamın evlilik hazırlıkları yapan oğlu, vahşi atları terbiye etmeye çalışırken attan düşmüş ve ayağı kırılmış.
Arkadaşları:
-Bu ne talihsizlik, deyip ah vah etmişler. Yazık oldu. Bu atlar yüzünden, oğlunun başına gelene bak. Halbuki, bu ihtiyar halinle sana bakacak başka kimse de yok, Şimdi eskisinden daha fakir ve zavallı olacaksın, demişler.
Adam, tevekkül değeri ve inancının verdiği rahatlıkla;
-Akıbet mühim, demiş.
Sonra devam etmiş;
– Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir. Ondan sonra neler olacağı bize bildirilmez. Oğlum bacağını kırdı. Hakikat bu…
Bir zaman sonra, ülke bir savaşa girmiş. Hükümdar seferberlik hali ilan etmiş. Köyün gençleri askere alınmış. Ayağı alçıda olan, delikanlı hariç… Ve öykü böyle devam ediyor…
***
Kıssadan hisse: Zan asla hakikatin yerini tutamaz. Zan, sadece sanmaktan, tahminden ibarettir, başka bir şey değil. Erken hüküm vermeyin. Biz ne olacağını bilemeyiz. Başımıza gelenin hayır mı, şer mi olduğunu sadece Allah bilir. Hayatın küçük bir dilimine bakıp bütünü hakkında hüküm vermekten kaçının.
***
Teslim ve tevekkül değerine sahip bir insan, zanlarla, gereksiz merak ve endişelerle enerjisini israf etmez, Sorumluluğuna yoğunlaşır. Acele karar vermez. Olayların arka planındaki; rahmet, inayet, hikmet ve adaleti kavramaya çalışır. Parçaya bakıp bütün hakkında hüküm vermez.
Hayatın ritmi ile uyumlu olur. Tabiattaki kanunların zaman aşımı da, acelesi de yoktur. Çiçekler acele etmez. Arılar acele etmez. Fıtrata ve vahye uyunca, bal gibi neticeler ortaya çıkacağını gösterirler.
Kovanların petek petek saadetle dolduğunu anlatırlar sanki. Gün doğunca karanlığın kaybolduğunu vızıldar, çiçeklerin ve gökyüzünün harikulade olduğunu fısıldarlar gibi..
Gören ve işiten, kur’ân ve kâinat âyetlerini hakikatiyle anlayan insanlar da, kalbindeki “gömülü programa” uygun davrandığı ölçüde huzurlu olur.
Bilir ki; bir yol biterken, bir yenisi başlar. Bir altın kapı açılacaksa, bir gümüş kapı kapanır.
Kapanan gümüş kapıya pişmanlıkla uzun süre bakmaktan vaz geçince, kendi için açılan altın kapının farkına varır.
***
Mütevekkil insan der:
– Hoşuma giden, gitmeyen benim için fark etmez.
Çünkü ben, hayrın hangisinde olduğunu kesin olarak bilemem ki.
Zan, asla hakikatin yerini tutmaz ki…
Ancak, tevekkülün manasını hisseden için hayat; huzurlu bir yolculuk olur.
Sırtında “sanal bir dağ” taşımaktan kurtulur.
Tevekkülsüz insan; Dünya gemisinin güvertesinde, yükünü sırtında taşıyıp yere bırakmayan yolcu gibidir. O yük altında ezilir durur. Istıraplar çeker, çektirir. Ya perişan, ya palyaço olur.
Yine de her şey olacağına varır. Akan su mecrasını bulur. Geride sadece tevekkülden mahrumiyetin getirdiği korku ve kaygıdan kaynaklanan gereksiz ıstırapların izleri kalır.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.